Biraz araştırma yaptım, Mann'ı, Lawrence'ı ve pek çok yazarı etkilemiş Jacobsen ama en çok Rilke'yı etkilemiş sanırım, Genç Bir Şaire Mektuplar adlı eserinde Jacobsen'ın okunmasını tavsiye etmiş. Şunlar da kendi sözleri: "Jacobsen'ın hikâyelerini okuyunuz; o zaman önünüze saadet ve zenginliklerle dolu bir dünya çıkacak. (...) Eğer yaratmanın yüceliğini, öz yapısını ve ebediliğini kimden öğrendiğimi söylemem gerekirse iki isim sayarım. Biri büyük bir şair olan Jens Peter Jacobsen, diğeri ise Rodin'dir." Jacobsen'ın şiirlerini bilmiyoruz, romanlarını da bilmiyoruz, elimizdeki birkaç öyküyle yetinmek zorundayız. En azından şiirleri haricindeki eserlerini Dedalus'a önereceğim, belki değerlendirilir. Bir de dayanamadım, Gospodinov'a mesaj gönderdim birkaç hafta önce. Biraz gevelemeden sonra öykülerimi yollamak istediğimi söyledim, ne anlamı varsa. Cevap geldi, teşekkür edip adresini yazmış. Kitabı postalarken araya bir iki sayfa sıkıştıracağım, Türkçeye henüz çevrilmemiş eserlerini -Metis almamışsa- Dedalus'a vermeyi düşünüp düşünmeyeceğini soracağım. Öğrendiğim kadarıyla bir öykü derlemesi haricinde yakın zamanda başka bir şeyi çevrilmeyecekmiş Türkçeye, neden çevrilmesin? Gospodinov'u daha çok okuyabilmeliyiz. Gospodinov okuyunuz, onun yazdıklarında bir nevi saadet vardır.
Neyse, Jacobsen. Sağdan soldan çarptığım bilgileri alayım buraya. Kendisi Freud'u da etkilemiş, tahminimce Bayan Fönns adlı öyküdeki anne-oğul ilişkisi Freud'da kıvılcımlar çaktırmıştır. Annesinin başka bir adamla evlenmesini istemeyen kız evladın durumu kabullenmemesi nispeten daha sessiz, fırtınasız hatta. Tufanı erkek evlat başlatıyor, annesini ne kadar sevdiğinden bahsediyor ve baba olarak bildiği adamın ölümünden sonra annesinin böyle bir şey yapacak olmasını aklının almadığını söylüyor. Anne zaten çocuklarının yanında olmamış pek, kendi yaşamına odaklı yaşamış ve evlatlar annelerine kavuştukları sırada tekrar kaybedeceklermiş, böyle iş mi olurmuş, aklını başına toplasınmış, yoksa evlatlar başlarını alıp gideceklermiş. Böyle şeyler. Geleceğiz buraya. Jacobsen 1847 doğumlu, Poe'nun ölümünden pek uzun bir süre geçmeden doğmuş ve o fırtınaya tutulmuş, Bergamo'da Veda adlı öyküsü tam Poe işi bir öykü. Halkın veba karşısında toplu cinneti, ahlaksızlığın ayyuka çıkması ve çilecilerle din adamlarının karmaşayı dindirmeye çalışması kaotik bir tablo oluşturuyor, Kızıl Ölüm'ün kol gezdiği kent Bergamo'nun yanı başında olabilir. Söylenebilecek başka bir şey, Jacobsen'ın doğa tasvirleri, hatta doğa kurulumları da diyebiliriz. Hemen her öyküsünde doğanın bol imgeli bir tasviri mevcuttur, karakterler bu imgelerin orta yerinde doğarlar ve kanıksanmış bir mucizeyi kendi ilişkilerinde sürdürürler. Doğanın kendi halindeki oluş süreci insan ilişkilerine de yansır, ikisi arasındaki geçiş hemen hiç hissedilmez, düşen bir yaprağın ağaçtan ayrılışı gibi insanlar da ayrılır, toprağa düşen su gibi insanlar kavuşur. Müthiş bir uyum var burada.
Bergamo'da Veba'ya biraz daha yakından bakarsak Eski Bergamo ve Yeni Bergamo'nun arasındaki ilişkiyle başlamak gerekir. Eskisi yukarıdadır, yassı bir tepenin üstünde duvarlar ve kapıların ardına saklanmıştır. Yenisi aşağıdadır, bütün rüzgarlara açıktır. Topu atacak ilk yerleşim bu yeni olandır haliyle, yukarıdakiler yalıtılmış bir halde kendilerini korumaya çalışacaktır. Salgın başlar, aşağıdakiler helak olurken yukarıdakiler kendilerini korumak için önlemler alırlar ama ölümlerin ardı arkası kesilmez, en sonunda insanlar Tanrı'nın kendilerini terk ettiğini düşünürler, "iffetsizlik ve edepsizlik" alır başını yürür. Bir gün kente bir dünya haç taşıyan, kamçılarından yapış yapış kan akan bir grup insan gelir, kiliseye yönlenirler. Halk da bir gösteriyi izlermiş gibi peşlerinden gider. Cennetten, cehennemden bahsedilir, İsa'nın kendini insanlar için kurban ettiğinden bahsedilir ve çarmıha gerilme hadisesi tekrarlanır. Kan akar, sağlığın diyeti verilmiştir. Sözde. Yedinci Mühür canlanıyor gözümde, kara bir dünyayı tek bir çocuk renklere boğabilirdi ama bu öyküde o çocuk yok, karanlık olduğu gibi duruyor.
İki Dünya adlı öykü, bir başkasına itelenen lanetin hiçbir zaman tam olarak ortadan kalkmamasıyla ilgilidir. Ölümcül bir hastalığa yakalanan kadın kara büyüye başvurur, evinin önündeki nehirden kayıkla geçmekte olan genç bir kıza hastalığını devreder. Devreder? Devreder. Hastalığı ilerler, büyü yaptığı kızı düşünüp cehenneme dönen hayatının sona ermesini istemeye başlar. Günün birinde kendini sulara bırakır ve kaybolur kaybolmaz aynı kayık belirir, kayıktaki kız bir türkü tutturur. Ölümün herkesi bir araya getireceğine dair. Dünyalar arasındaki geçiş bu türküyle sağlanır, o kadar belirsiz bir geçiştir ki türkünün sözlerini okumadan neredeyse fark edilmez niteliktedir. Sözlerden sonra öykü de sona erer. Şahane.
Siste Bir Ses de Poe işi nefis bir öykü, yıllara yayılan bir intikam meselesi aslında. Yine doğa tasviri, yavaş yavaş yaratılan bir ev, evde yaşayan insanlar, aralarındaki ilişkiler, hepsi ağır ağır belirir. Aşık olduğu kadının tokadını yiyen, kadından aşağılama dışında bir şey görmeyen adam, bir süre sonra zengin olur ve kadının evlendiği adamı hapse attıracak konuma gelir. Kadın adamın karşısına çıkar, kocasını bağışlamasını ister ama adam bağışlamaz, koca hapse girer, kadın hastalanıp yataklara düşer ve bir süre sonra ölür. Aşkı intikama dönüşen adamın son darbesi, ölü kadının kulağına hiçbir şeyden pişman olmadığını söylemesidir. İntikam alınmıştır, adam yola çıkar ve sisin içinde eve dönmeye çalışır. Arkasından gelen ayak seslerini duyunca bir anlığına durur ve bir süre önce gördüğü kıyafeti tekrar görür, kadını da görür, gözlerine de inanır. Kendi intikamı ne kadar kuvvetliyse kadının kocasına duyduğu sevgi, yaşama isteği de o kadar kuvvetlidir, sonuçta bir çift el adamın boğazına kenetlenir. Boğulu son.
Mogens diğerlerine göre oldukça uzun, novellaya göz kırpan bir öykü, onu anlatmıyorum. Neden Jacobsen okumak isteyebileceğimize dair bir iki şeyle bitireceğim. Bir; adamın doğayı kullanış biçimi müthiş. İki; meseleleri zamanın ötesinde bir kalıcılığa sahip. Üç; neden okumayalım ki? Okumalıyız.
Lera Lynn. İki gün önce Zorlu'ya geldi, en önün bir arkasından izledim. Böyle bir büyü yok. Kendisi muhtelif güzellikleri karşısında şapşala dönmemi sağlayan üç kadından biri. İki öykümde adı geçiyor, anmadan edemedim. Lately çalmadı ama olsun, şarkıların çoğunu biliyordum, mırıl mırıl eşlik ettim ve yol boyunca gülümsememe engel olamadan döndüm eve. Ne güzeldi ya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder