PKD'nin bilimkurgudan olabildiğince uzak, zamanının sosyal meselelerine odaklandığı metinlerinin en hacimlilerinden biri Sokaktan Gelen Sesler. Genelleyici bir yorum yapmak için yeterli değilim, adamın okumadığım çok metni var ama yine de cüret edip söyleyeceğim; belki de en dağınık metni olabilir. Stuart Hadley'nin yaşamının amacını bulmaya çalışırken karşılaştığı insanlar belirip kaybolurken akıbetlerini merak ederiz ama tiplikten öteye geçmezler, PKD belirli bir rolü üstlenip Hadley'yi bir noktadan bir noktaya götüren kişiler yaratmıştır, ötesiyle ilgilenmez gibidir. Anlatı Hadley'nin belli bir zaman aralığında aldığı veya alamadığı kararlara odaklanmıştır, çağın çok da uzağına düşmeyen bir distopik bildungsroman denebilir bunun için. Distopik yanı tamamen Hadley tarafından üretilmiştir, genç bir adamın yaşamıyla ilgili ne yapabileceği fikri uzunca bir süredir olumsuz bir dünyaya evrilmektedir, Hadley yavaş yavaş kayışı koparmaktadır. California'nın güneşli ve sıcak ikliminde, sayısız imkânın içinde yalnız bir adamdır Hadley, potansiyelini kullanamadığını düşünmektedir ve bir şey yapmak istemektedir, anlamlı bir şey. Yeteneklerini açığa çıkaracak, yaşadığını hissettirecek, derinlerde bir yerde durmadan kıvranan huzursuzluğunu dindirecek bir iş, eylem, oluş, artık her neyse. Aylaklık yaptığı gecelerden birinde kavgaya karışıp karakola götürüldüğü zaman bir hayalperest, bir düşünür, bir entelektüel olduğunu söyler ama sonradan gördüğümüz kadarıyla bunların hiçbiri değildir aslında, kendine biçtiği kimlikle uyum içinde değildir. Bencilliği ve toplumla uyumu arasında çıkan çatışmaların üstesinden gelemez. Mutluluk paradoksu; zaten çarpık temeller üzerine kurulmuş toplumsal bir yapının beklentileriyle kendi istekleri arasında kıvranıp durur.
PKD metni dört bölüme ayırmış; Sabah, Öğleden Sonra, Akşam ve Gece. Günler durmadan akıp giderken bu zaman aralıklarındaki olayları takip ederiz, örneğin ilk bölüm Fergesson'ın dükkânını açmasıyla başlar. Dr. Kan Bedeli'nde ortalığı süpüren Stu'yla karşılaşırız, Fergesson'ın ilgisini çeker, "erken saatlerde çalışan bir elektrik süpürgesi" olarak görür Stu'yu. Fergesson işkoliktir; çalışanlarını daha fazla satış yapıp ortalıkta oyalanmamaları için durmadan uyarır, tamir için gelen müşterilerin bekletilmemesini söyler, baskıcı bir patron olduğu söylenebilir. Dükkânını sıfırdan yaratmıştır, elindekilerin bir anda yok olabileceğini bilir, zira beyaz eşya dükkânları piyasayı ele geçirmek üzeredir, marketler karşısında bakkalların sıkıntısını çeker Fergesson. Dükkânını yenilemek için sayısız fikirle gelen Hardley'nin görüşlerine kulak asmaz, eski kafalı bir adamdır ve yenilikler ödünü koparır, harcayacağı paranın hesabını yaparken olmadık yerlerden kısıntılar yapar. Eşi Alice'le mutludur, muhtemelen Alice'in hoşgörülü olmasından ötürü, yoksa pintiliğe varan tutumluluğuyla pek de katlanılır biri değildir Fergesson. Eşiyle, çalışanlarıyla ve arkadaşlarıyla konuşmalarından çıkardığımız kadarıyla II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından gelen başkanları destekler, McCarthy yanlısıdır, Kızıllardan nefret eder. Düz bir adam.
Hardley için Fergesson'ın dükkânında yaptığı iş geçicidir, "karmaşık planların, projelerin içinde olan insanlar gibi" oradan oraya koşturup önemli işler yapmak istemektedir. Zamanında Sosyalist Gençlik Birliği mensubuyken hayalini kurduğu dünyayı yaratabilmek için bir noktadan başlamak gerektiğini düşünür, İsa'nın Gözcüleri Cemiyeti'nin ilanlarını tam da bu isteğin zirveye ulaştığı noktada görür. Theodore Beckheim nam yaşlı bir adamın başkanlığını yaptığı bu cemiyet, kıyametin gelmek üzere olduğunu ve insanın doymak bilmez açgözlülüğü yüzünden dünyanın ayvayı yiyeceğini savunur. Hardley'nin kolaylıkla sürüklenebileceği bir fikirdir bu; Hardley de aynı şekilde düşünmektedir ve dünyanın yok olmaması için elinden geleni yapmak ister, cemiyete sempati duymaya başlar, hatta arkadaşlarının kendisine deli gözüyle bakmalarına rağmen bir toplantıya da katılır ama sonrasında Beckheim'ın fikirlerinden uzaklaşır, aradığını orada da bulamaz. Ablasının ve eniştesinin belirip kayboldukları bölümde eniştesinin eleştirilerini kaldıramaz, adamın böbürlenmesinden nefret eder ve hamile olan eşiyle kavga eder. Ellen, eşi Hardley'nin huzursuzluğunun farkındadır ve eşine yardımcı olmak için elinden geleni yapar, bir noktaya kadar eniştenin çıkışlarına da katlanır ama içinde yaşadıkları düşük standartlı yaşamdan kurtulmak için eşinin uyarılmaya ihtiyacı olduğunu düşünür, aşkının zayıfladığı zamanlarda kocasıyla kavga eder ve Hardley'nin hayalet gibi dolanmasını eleştirir, sonuçta eşinin kırıcı olmaya başladığı noktalarda geri adım atar ve bu döngü hep sürer, kadın her şeyin iyi olacağını umup kocasının sorumsuzluklarını sineye çeker. Hardley biriktirdikleri paradan harcayıp durmaktadır, bebeğin doğumunda gerekecek olan birikimlerinin yavaş yavaş eridiğini gören Ellen, Hardley'yi uyarıp durur ama bir noktadan sonra o da her şeyi akışına bırakmıştır, eşinin ilişkilerinin ilk zamanlarındaki haline dönmesini bekler. Boşuna.
Hızlandırıyorum, Hardley'nin kafayı kırdığı bölümler. Metnin diğer bölümlerindeki kopukluklar, birbiriyle pek de uyuşmayan, biraz şişirildiğini söyleyebileceğimiz fragmanlar bu bölüm itibariyle ortadan kalkar. Hardley beklemekten vazgeçer ve kendisine verileceğini düşündüğü güzellikleri koparma safhasını başlatır. Cemiyetten tanıştığı, kendisine aşık olan bir kadını -kadın da en az kendisi kadar dengesizdir- kullanır, onunla sevişir ve bir motel odasında kafasına sert darbeler indirir, kadının arabasını yürütüp arazi olur. Yeni doğan oğlu Paul'ü yanına alıp Beckheim'la son bir kez konuşmaya gider ama adama ulaşamaz, üzerine bir ton dayak yer, oğlunu arabanın arka koltuğunda bıraktığı için bir anlığına pişman olur ama sürüklenmeye devam eder. Bar, sokak, dayak, bar, sokak, insanlar, içinden çıkılmaz bir karmaşa. Paul yaşadığı onca şeyden sonra kaburgaları kırık bir halde hastaneye kaldırılır. İyileşir iyileşmez yaşamını dehşet verici biçimde çarçur ettiğini görür, toparlar. Yeni ev, yeni iş. Yediği onca sopa aklını başına getirmiştir, yaşamdan yaşamaktan başka bir şey ummaz, ablasının pompaladığı "özel çocuk" algısını bir kenara bırakarak eşi ve oğlu için yaşamaya başlar. Eh, mutlu veya mutsuz bir son yok. En azından ölmedi, o da bir şey.
Varoluş sancısı, vahşi kapitalizmin modern yaşamı ele geçirme yöntemleri, doyumsuzluk, mükemmellik arayışı, pek çok mesele. PKD'nin uzay gemilerine başvurmadan insanı eleştirdiği bir metin bu. PKD'ye başlamak için doğru bir tercih değil, çok sonra okunması gerek. Bir şey daha; yine facia ya bu. Yazım hataları, eksik harfler, bir sürü şey. Gonca Gülbey çevirisi. 6:45'te de aynı facialarla karşılaşıyordum, haksız bir iddia olabilir ama sanırım pek dikkat etmiyor bu yazım olaylarına. O etmiyorsa yayınevi niye etmiyor ki, ALFA bir son okutsun bu metinleri. Gerçekten can sıkıcı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder