"Düşünceleri karışık, kıvrımlı bir hal almış, o uzun odanın havasını da, koltuğunun altındaki zemini de kıpırdatan, eğip büken güç onları da etkilemiş. Bu açıdan duygular ışık gibi olmuşlar, dalga gibi, fizik dersinde öyle derlerdi. Burada kalması gerek, ve her zamanki tavrıyla o duyguları bileşenlerine, elementlerine ayırmalı, uzak ve yakın bütün nedenlerini bulmalı; ancak o zaman ne yapacağını, neyin doğru olduğunu bilebilir." (s. 250)
Düşüncelerin karışıklığı, eğilip bükülmesi, mecazlara ve metaforlara gömülmesi, bir şeylere benzetilmesi hemen her yere açılan kapıların varlığını belirtiyor, çağrışımların ucu bucağı olmayacak demek bu. Eh, şimdinin sınırsız uzamında her şeyi sıkıştırabilmek demek bu. Yenicilere benzetme sebebim buydu, zıt kutup olayı bunun bilinçli olarak yapılmasından doğuyor. Anlatıcının farkındalığı çok açık, okur olarak biz de anlatıcının varlığını sezmeye açık oluyoruz. Neden? Ancak bir anlatıcı anlatıyı sıfata boğar, zarflar, mazrufu gösterir, kısacası zihnin işleyişinin ipuçlarını verir. Eh, çoğunlukla Perowne'un zihnindeyiz ama o kadar da değiliz, anlatıcı birader şöyle bir kafasını çıkarıp kendisini gösterir. Perowne'un bilmediğini bildiğinden değil, göremeyeceğini gördüğünden. Yatarken kolunun bacağıyla yaptığı açı, uykuyla uyanıklık arasındayken düşüncenin anormal berraklığı, çok küçük şeyler... Bunun yanında düşüncenin ne zaman çatallandığı, ne zaman tek bir kanalda kaldığı müthiş bir şekilde kurulmuş; misal Perowne ameliyatlara girdiğinde veya mesleğiyle ilgili bir şey düşündüğünde kesinlikle akışa kapılmaz, her şeyi işi olur, hatta anlatı bile tıbbi bir makaleye dönüşür. Çok küçük şeyler metni zenginleştiriyor, McEwan bu anlamda çok hassas bir yazar ve hassaslığı ölçüsünde iyi bir yazar, iyiliğe bu açıdan yaklaşıyorsak.
Hikâye tek bir gün ve koca bir yaşam hakkındadır. Henry Perowne ellilerine gelmiş bir sinir cerrahıdır, evlidir, iki çocuğu vardır, İngiliççe bilmektedir. Çünkü İngilizdir. Bir kayınbabası, bir annesi vardır. Hastaneden arkadaşlarıyla squash oynamayı sever ama artık o kadar da sevmese iyi olur, kalbi alarm verecek hale gelmektedir. Oldukça mantıklı bir insandır, anlatıya bakarak deli bir analitik zekası olduğunu söyleyebiliriz. Duygusaldır ama duyguları da garanticiliğinden nasibini almıştır, belki beklentilerini düşürdüğü için. Adamımız kabaca bu.
Sarmal anlatı. Gün içinde aklımızdan ne geçiyorsa. Birçok kez çocuklarla, eşle, diğer karakterlerle karşılaşırız, geçmişin şimdiyi biçimlendirmesine şahit oluruz, şimdiden gelecek tasviri çıkarırız. Gündeliğin içinde -ki gün 15 Şubat 2003- Irak'ın işgalinin protestoları yer almaktadır ve bu yeni olay Henry'nin çocuklarını tekrar tanımasına yol açar; konuşurlar, tartışırlar, birbirlerini kaçıncıya biçimlendirirler. Irak bertaraf edilmeli midir, Saddam asılmalı mıdır, nedir? Henry, Neocon tayfanın görüşlerine yakın fikirlere sahiptir, kızı ve oğluyla nispeten papaz olması bu sebeptendir. Eskiden böyle değildi; çocuklar küçükken büyüklerin dünyası her şeyi çözebiliyordu ama babalara, annelere duyulan güvensizlik dünyaya duyulanla bir oldu. Daha iyi bir yaşama kavuşulamadıysa beceriksiz ailelerin, devletlerin daha iyisini başarması için çabalaması gerekiyor. Ne ki Henry başka bir dünyadan geliyor, onun geçmişinde her şey daha farklıydı. Her şey şimdi de daha farklı. Sonrasında da. Sürekli bir hareket, hele o cumartesi. Dolu bir gün, yapılacak birkaç iş var, en dar çemberin içinde ailenin üyeleri ve birkaç iş arkadaşı dışında kimse yok, bu da çemberi olabildiğince büyük kılar. Yaşamın ta kendisi ama eski sevgililer yok, eski arkadaşlar yok. Elli yaş dünyanın en dar çember haline dönüşmesi midir?
Karakterlerin uğraşları anlatıyı derinleştiriyor, örneğin erkek evladın sıkı bir gitarist olması mühim. Blues üzerine düşünceler, belli kalıpların doğaçlamayla birlikte sonu olmayan bir yolculuğa dönüşmesi fikrine ulaşıyor. Eh, Henry'nin Rosalind'e karşı hissettikleri de buraya bağlanabilir mi? Tutkuyla sevişiyorlar, birbirlerini sağalttıkları ölçüde mutlu oluyorlar ki birinin yarasına diğerinin şefkati doğuyor, karşılıklı. Her sevişmeleri başka bir güzel, Henry düşünüyor, karısının çekiciliğinin sürmesi belirli bir düzen isteğinden doğduğu gibi düzenin sıkıcılığını duyumsamayacak kadar tutulmaktan da kaynaklanıyor. Henry'yi sağlıklı yapan şey bu; kaosa en yatkın şey olan sosyal yaşamda bile belli bir çizgiyi tutturabilmiş ve yaşamını diğerleri için belirli ölçüde de olsa heyecanlı kılabilmiş. Güzel. Güzel olmayan şey cumartesi sabahı, ortalık karanlıkken kalktığında camdan baktığı zaman düşen bir uçak görmesi. "Nedense kendini kabahatli hissediyor, nedense çaresiz de." (s. 28) Dünya elinden kayıverince huzursuz. Beklenmeyen olaylar beklenmeyen bir gün doğuruyor; annesini ziyareti, kayınpederin evinde toplanmaları günlük planın içinde yer alsa da bir kere dengesi bozulan gün serserilerle münasebet kurulmasına yol açıyor. Bu serseriler yaşamın sürprizlere açık olduğunu gösterir gibi en olmadık yerde tekrar ortaya çıkacaklar ve Henry'ye olabileceği insanı gösterecekler. Başımıza bir şeyler gelirken biz de kendi başımıza geliriz. Yalnızlığın On Bir Hali'nde benzer bir öykü vardı, bir kelebek kanat çırpsa dünyada neler neler olur. Çırpmasa da olur. Her şey olur.
Her olay bir karakteri çağrıştırır, her karakter başka olayları çağrıştırır, bir günün çok daha azına şahit oluruz ama yine de günün neye benzediği konusunda iyi bir aynadır. Sıkı bir kurgudur bu, ilgisi çekilen okur edinmeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder