Rappaccini doktor, ünü kötü, deli işi deneyleri var, evinin bahçesinde dünyanın o güne kadar hiç görmediği çiçekler, ağaçlar büyüyor. Kızı var, kız da büyümüş. Babanın güzel çiçeği. Adam var bir tane, genç, bu evin karşısındaki bir odaya taşınıyor çünkü üniversite okuyacak, büyük şehre gelmiş.
Baştan alıyorum.
Poe yerin dibine soktuktan sonra mı Hawthorne hayalet yazarını yaratıyor, belki. L'Aubépine nam bir Fransız yazardan çevirdiğini söylediği öykü aslında kendi öyküsü, uydurduğu soyad kendi soyadının Fransızcası. Hiçbir şeyden çekinmeden yazmasını sağladıysa bu, o zaman iyi. Octavio Paz oyunlaştırmış, Daniel Catan opera olarak bestelemiş, farklı türlere esin olarak yansımış Hawthorne. Doğaçlama bir şekilde öcü hikâyeleri anlatıp arkadaşlarının aklını uçuran biriymiş zaten, uydurmaçlıkta bir dünya markası olması normal. Çevirmen Zeynep Avcı, yazdığı önsözde bu öykünün önemini, yazarın önemini, pek çok şeyin önemini, iki insanın arasındaki şeylerin, neylerin önemini, bilemediğimiz, göremediğimiz, görmek istemediğimiz pek çok şeyin önemini, bir başkasının önemli bulduğu şeyleri ve onları nasıl gözden kaçırdığımızı, gözden nasıl kaçtığımızı, nerede ıskaladığımızı, her şeyin nasıl böyle olabildiğini anlatmıyor, sadece öyküyü anlatıyor. Geri kalanını anlatacak bir önsöz, bir kitap, bir film, biri, tanıdığım veya tanışacağım biri olsun isterdim. Cenk Taner, imgelemini sevdiğim: "Öylesine yorgunum ki adım neydi unuttum." Bu yorgunluğun nasıl atıldığını iyi hatırlıyorum, göz ucuyla görülebilecek kadar yakın ama göz ucu biçimlemez, sezdirir. Orada işte, bir zaman başımı çeviririm ve berraklaşır. Ben uzun zamandır onu bekliyorum, beklemiyorum dediğim zaman bile bekliyorum. Gözümün önüne kara perdeler çekildiğinde bile huzurlu olmamın sebebi mi bu?
Guasconti diyorduk, kasvetli bir evde yaşar ve camdan dışarı baktığında cennet bahçesini görür, Adem'ın toprakları yeryüzüne inmiştir, adeta Cennetin Krallığı. O kadar hoş. Beatrice, kız. Guasconti erkek. Eh, bu durumda aslında olmayan ama varmış gibi gelen şeyler çıkar ortaya. "(...) Giovanni onlara atfettiği benzersizliklerin kendi hayal gücünün ürünü mü yoksa bizzat onlara ilişkin özellikler mi olduğuna karar veremiyordu. Bir yandan da bütün meseleyi akılcı bir biçimde ele almaya pek eğilimliydi o sırada." (s. 18) İki taşın arasında kalır, ikisi de dibe çeker. Guasconti aşık olmuştur ve ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktur. Babasının doktor arkadaşlarından biriyle karşılaşır, adam da babayla kızı hakkında kendisini uyarır ama evladımız ipleri bir kez salmıştır, kolay kolay toparlayamayacaktır. Beatrice de ilgi duyduğunu belli eder etmez şapşal aşık akli melekelerini tamamen kaybeder.
Buluşurlar, gezinirler, birlikte zaman geçirirler ve bu süre boyunca çatlak profesör olan baba, oğlanı gözler. Kızın rayihası, tavırları çok çekicidir, canlıları öldüren kokusu ve bakışları Guasconti tarafından görmezden gelinir. Çocuk doğaüstü olaylarla, kızın ölümcüllüğüne dair mevzularla karşılaşır ama rasyonelleştirir bunları, üstünde durmaz. Doktorun deneylerinin bir parçası olduğunu babasının arkadaşı söyleyene kadar fark etmez bile. Üzerine sinmiş koku Beatrice'in kokusudur, uyuşturulmaktadır ama Beatrice bu işin içinde midir? Meryem suçlanagelmiştir, suçlu mudur? Her şeyin farkında mıdır? Baba öyledir, giriştiği tartışmaların mektupları mevcuttur, anlatıcı okura bu mektupları nerede bulabileceğini söyler ve anlatıyı gerçek kılmak için zorlama bir adım atar, o zamanların kurgularında tipik bir hareket.
Değişirler. Beatrice Guasconti'ye tutulur ve gözü gibi baktığı bitkilere su vermeyi unutur, Guasconti kızın çekimine kapıldığından babasının arkadaşının nasihatlerini dinlemez, son ana kadar. Dayımız Guasconti'ye kadim bir hikâye anlatır, Büyük İskender'e yollanan bir kadınla ilgili. Aşkın aklı dumura uğratıcı yanı çok tehlikelidir, gerçekleri görmeyi engeller, kendi gerçeğini zorla benimsetir. Zorla olduğu kadar fark ettirmeden. Çocuk uyanır, sevgilisini suçlar ve gözü gibi baktığı çiçeğe saldırır. Baba o sırada açığa çıkar, çocuğu ölümcül çiçeğe doğru çeker ama kız tez davranır, kardeşi olarak gördüğü çiçekle temas eder ve ölür. Bir anlamda çekiciliğini ortadan kaldırır ve ölümü böyle gelir. Gözlerini kapamadan önce Guasconti'yi de eleştirir. "'Ta baştan beri senin içindeki zehir benimkinden fazla değil miydi?'" (s. 56) Guasconti'nin içindeki kuşku hep vardır, dış etken olmadan ortadan kalkmamıştır ve çocuğu gönülden sevdiğini anladığımız Beatrice için en büyük acıdır bu, babası tarafından lanetlendiğini bilmeden çocuğa yaklaşır, o da aşık olmuştur ama imkansız bir aşktır bu, bir araya gelmeleri mümkün değildir. Birinin dinmeyen şüpheciliği, diğerinin öldürücü doğası birbirine eklenemez. Son.
Eklenemeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder