Korovinis dil ve edebiyat eğitimi aldıktan sonra 1987-1995 yılları arasında Türkiye'ye gelip öğretmenlik yapıyor ve bu esnada Eftalya'yı, diğer adıyla Çika'yı tanıyor. Konsolosluğun önünde, seksen yaşının kökleriyle öylece duran bir kadın, hikâyelerle dolu. Günah çıkarır gibi, arzular gibi, unutur ve tekrar hatırlar gibi anlatıyor, Korovinis her şeyi kaydediyor ve sekiz yıl sonra yazıya döküyor. Anadolu'da Rus işgaliyle başlayan bir yolculuk İstanbul'da, genelevlerde ve zenginlerin evlerinde bitiyor. Arka sokakların anıları. Diplerden manzaralar.
"Kaç kişi miyiz? Paçavrayız biz burada, neyiz ki! Dişlerinin kovuğunu doldurmayız. Nereye gitsek esamemiz okunmaz, oturduğumuz evlerde ayaklarının altındayız. Neler neler... Türkün sözü geçer, Türkün sözü. Biz adam yerine konmayız." (s. 7)
Çika'nın ağzından dinleriz, tekrar edilen sözler ve cümleler yazar tarafından değerlendirilmemiştir ama tekrarda bir çeşit hakikat vardır, kırpılmaması daha iyi olabilirmiş. Giresun giriyor araya, savaş giriyor. Çika yedi yaşındayken, mektebe giderken mütareke oluyor, Ruslar geri çekiliyor ve gayrimüslimler kaçıyor. 1917, kıyametin orta yeri, Çika eve dönmeye çalışıyor ve köylüleri ortadan kaybolmasını söylüyor. Yakalanmamalı, başına ne geleceği belli olmaz. Olmuyor da, Çika anlatmıyor veya yazar kesiyor, bilmiyoruz ama tecavüze uğruyor. Topal Osman Ağa'ya söylemediğini bırakmıyor bu arada. Kötü bir adam, lanetli. Yeri tartışmalı; acımasızlıkları pek çok kaynakta yer alıyor, o bölgenin kurtuluşu için gösterdiği kahramanlıklar da.
Annesi Eftalya'yı içeri çeker, üç gün dışarı çıkmazlar. Çıktıklarında babasını alıp götürürler. Annesi sevinçten zil takıp oynar, artık gerçekten yaşamaya başlayacağını, dayakçı kocadan kurtulduğunu söyler. Dayakçı kocalar ve Türkler öldürüldüğünde bir köpeğin geberdiği söylenir. Aynı şey Rumlar için de söylenir. Dünyanın geri kalanında olduğu gibi buralar da insanlıktan nasibini pek alamamış insanlarla doludur. Poli'ye yolculuk başlar, dağ gibi ninenin ölümüyle, annenin de evvelinde ölümüyle İstanbul'dan başka gidecek bir yer kalmaz. Baba Yunanistan'da Almanların toplu çıldırışı sırasında öldürülmüştür, Çika pişmandır; en başta Yunanistan'a gitseydi babası sayesinde bağlanacak maaşla mutlu mesut yaşayabileceğini söyler. Zamanın bir noktasında yeğenlerinin Yunanistan'da yaşadığını öğrenir, birkaç kez yanlarına gider ama orada da pek istenmez, her seferinde yolu İstanbul'a çıkar. Türklerden değil, Yunanlardan zarar gördüğünü söyler daha çok, güvendiği insanlar güvenini boşa çıkarırlar.
Fırtına, İstanbul'daki günlerin özeti bu. Mamalar, kabadayılar, sevginin belli belirsiz umudu, acının unutulan biçimleri, savrulanlar içinde bir yaprak. Değinilen bir iki noktayı alıp bitireceğim. Atatürk hakkında konuşurken Çika'nın sesinde belli belirsiz bir saygı var, Mustafa Kemal'in yükseldiği zamanları anlatırken Türklerin, Ermenilerin ve Rumların aşırı derecede korktuklarını söylüyor. Herkes çocuklarını saklıyor, taşınıyor, memleketine dönmeye çalışıyor ve dönemeyenler Anadolu'daki çalışma kamplarına gönderiliyor. I. Dünya Savaşı sırasında oluyor bunlar, Çika'da tarih kronolojik olarak ilerlemiyor, zihnin sarmallaştırıcı etkisi ortaya çıkıyor ve birbirine geçmiş anılar ayrıldığı ölçüde müstakil anlatılıyor.
Barlar, Çika'nın ekmek kapısı. Deniz Kızı Eftalya ve Hafız Burhan meşhur, Pera'da onları bilmeyen yok. Hacı Bekir'in, lokumcu olanın bütün parasını Deniz Kızı Eftalya yemiş, ilginç. Bu lokumlar Mısır'a, Fransa'ya gönderilirmiş, günümüzde de oldukça meşhur.
Başka bir bölümü de alıntılayıp bitiriyorum.
"Safiye Hanım çok sevilirdi. Şanlı Safiye Ayla çok çirkin bir kadındı. Çingene, ama sesi ipek gibiydi, bülbül gibi şarkı söylerdi, o kadar güzel. Türkler bülbül Safiye okuyor derlerdi. Onu Kemâl sarayında, Dolmabahçe'de, bir perdenin arkasına saklardı şarkı söylemesi için, yeter ki görmesin, onu görmek istemezdi. Keyfine düşkün adamdı Kemâl. Sigarasını içer, rakısını içer, canının çektiklerinin hepsini tam yapardı. Zevkine düşkün, çok düşkündü. Çok da şık giyinirdi, Rum terziler dikerdi elbiselerini, savaş yaptı, o başka, ama terzileri onlardı. Berberi, terzisi, ayakkabıcısı, hepsi Rumdu, en iyi ustalar onlardı." (s. 45)
Seksen yıllık yalnızlık. Okunmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder