15 Kasım 2017 Çarşamba

Kurt Vonnegut - Daha Ne Olsun

Öğrenciler Vonnegut'ı seviyorlar. Başka türlü düşünmeyi gösterdiği için? Belki. Savaş karşıtı olduğu için, bu kesin. Birçok sebebi var, bana yeten kısım erdeme ait olan. Ateist Vonnegut, İsa'yı dünyanın en kral, en harbi adamı olarak görüyor. On Emir'e karşı İsa'nın merhameti. Yukarılarda birinin kafası karışmış olabilir ama adamın biri çıkıyor ve diğer insanlar için tahtaya geriliyor. Korkuyor, yalnız kaldığı için hayal kırıklığına uğruyor ama herkesi kurtarıyor. Yüce gönüllülük. Herkese lazım olduğunu söylüyor Vonnegut, aynı fikri meşrepten olan Remarque'ın söylediği de bu. İyi bir insan olmak, olabildiğince az sayıda kalp kırmak, ne bileyim, bunun gibi şeyler. Ucundan Orhan Gencebay'a iliştiriyorum, o da insan gibi sevmekten, onurdan ve fedakarlıktan bahseder ya. Neyse, bu mezuniyet konuşmalarında iyi bir adam olmanın yanında pek çok şeyden de bahsediyor Vonnegut, bakıyorum.

Birkaç konu birden fazla konuşmada tekrar ediliyor, yer yer bahsederim. Sıradan gideyim. Dostu Dan Wakefield'ın yazdığı önsözde bu uçarı adama dair çok şey buluruz. Konuşmalarının özetidir aslında. Vonnegut'ın külte dönüşmesi olayı mesela; adam ne gençliğin sözcüsü ne de karşı-kültür kahramanı olmak istiyordu ama oldu, canı sıkıldı. "Karşı-karşı-kültür" figürü olduğunu söyler Wakefield, tamamen özgün bir adam, kalıplara sığmayacak kadar kıpırtılı. Tamamen orijinaldir, orijinalliğini sıkıntısından alır. Blues severdi çünkü köleleri anlayabiliyordu, sıkıntıları ortadan kaldıramasa da odanın köşelerine süpüren bu türü pek severdi. Uyuşturucu kullanmazdı, Jerry Garcia'yla takılmış ve hiçbir şey olmamış mesela, çok ilginç. Bu da sıkıntı gidermiyor. Hayattan daha fazla hoşlanmak için sanatçılara ihtiyaç olduğunu söylüyor, kendi sanatını da bu bağlamda değerlendirebiliriz. Vonnegut okumak sağaltıcıdır, aksini söyleyen bu işten zerre anlamıyordur. Sağaltır; ruhu hafifletip mutluluğa meylettirir. Bir de yazar adaylarına noktalı virgül kullanmamalarını öğütler Vonnegut, uyacağım. Bir süreliğine.

2007 yılında, 84 yaşında öldüğü zaman bile yazıyormuş. Kendisini de sağaltıyordu muhtemelen, bir gün delirmekle yazmak arasında gidip gelirken sıkı bir karar verdiğini düşünmek hoşuma gidiyor. Tepesinde binlerce insan ölürken o bir mezbahada savaş esiri olarak tutuluyordu. Döndüğü zaman rahmetli ablasının üç çocuğunu yanına aldı, bir çocuk evlat edindi, kendisinin de var üç, etti yedi. Yedi çocuk, muharip bir antropoloğun eline bakıyor. Indianapolis Üniversitesi'ni bitiremedi, tezini kabul etmediler. Bu kısmı özellikle ilgimi çekti, öğretmenler hakkında söylediği onca sözden sonra. Kilgore Trout için Vonnegut'ın alt benliği olduğu söylenir, muhtemelen doğrudur ama tamamen değil. Kıdem sıralamasında en aşağıda bulunan bir profesör, Vonnegut'ın üniversiteden tez danışmanı olan hoca sanırım Trout'ın önemli bir bölümünü teşkil ediyor. Adamın uçuk kaçık fikirlerinin yanında anında fikir üretebilme yeteneği de var, herif zaten inanılmaz yaratıcı biri ve temayüllere uymadığından yükselmesi zor. Tencere kapağını buluyor denebilir; Vonnegut tezi yazıyor ve ertesi sene okulu bitiremeden çalışmaya başlıyor. Zor yıllar geçmiş olmalı, yazarak doldurulan yıllar... Her şeye rağmen bir zaman, bir noktadan dokunan insanlar unutulmuyor. Çok yaşa uçuk profesör! Radikal fikirlerini nereden edindiğini soruyorlar Vonnegut'a, Indianapolis'in devlet okullarından edindiğini söylüyor. Ortabatı'dan dingil çıkmaz, bu güzel sözü birileri not alsın.

Vonnegut'ın konuşmaları da yazımı gibi, aynı. Oraya pek girmeden konulara değineceğim.

Erginlik ayini. Savaşa gitmeye, çocuk doğurmaya gerek yok. Eğitim yeterli. Her mezunu gözlerinden öpüyor Vonnegut, A Nesli olduklarını ve dünya boka battığı için üzülmemeleri gerektiğini söylüyor. Hiçbir şey için geç değil, A en başta zaten. Dünya hep boktandı, önemli olan daha az boktan bir hale getirmeye çalışmak. Çalışmak, para böyle gelir. Aşk için temiz giyinmek ve her daim gülümsemek yeter. Bunlar da erginlik ayininin parçaları. Savaşa gerek yok. Savaş saçmalık. Hiçbir zaman doğrudan bir iyiliğe yol açmadı, dolaylı olarak kazandırdıkları onca acıya değmez.

Okurken iki kez kahkaha attım, biri burada. "İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'dan Indianapolis'e döndüğümde amcalarımdan biri, 'Şu işe bak,' dedi, 'tam bir erkek gibi görünüyorsun artık.' Boğazına sarılmak gelmişti içimden. Sarılsaydım amcam, öldürdüğüm ilk Alman olacaktı." (s. 24) Müthiş, cinsiyet rolleri üzerinden topluma bir güzel giydirir Vonnegut, bu sadece bir örnek. Laf arasında Arthur C. Clarke'ın Çocukluğun Sonu nam romanından bahseder. Sıkı romandır gerçekten, hayretle okumuştum. Neyse, orada ışık benzeri bir şeye dönüşüp dünyayı terk eden, atalarından akıl almaz biçimde farklılaşan insanoğlundan bahsedilir. Vonnegut böyle bir değişimi yeni mezunların hayat karşısındaki heyecanıyla eşleştiriyor. Ekliyor bir de; bu en iyi bilimkurgu metinlerinden biriymiş, geri kalanlarını kendisi yazmış. Komik adam Vonnegut. İroni yapmıyorum.

"Saçmalıyorum çünkü feci acıyorum sizlere. Hepimize feci acıyorum. Bu konuşma biter bitmez hayat yine acımasız olacak." (s. 23) Büyülü bir an sona erecek, herkes bir şeyin peşinde koşacak ama Dağdaki Vaaz unutulmadığı sürece hiçbir şey boşa olmayacak, yani rüzgâr her şeyi alıp götürmeyecek. Can sıkıntısı işe yarar bir şeye dönüştürülecek, aileler kurulacak, bilinç paramparça hale gelecek, toparlanacak, neler neler olacak. Hayat... Sevgisiz her bir an kayıp, çok sevmek öğrenilecek o zaman.

Birçok konu var ama bitireyim, Alex Amca'yı anlatmam lazım. Vonnegut'ın sevdiği amcası yazın elma ağacının altında sohbet edip limonata içerken bir anda herkesi susturur, "Daha ne olsun?" dermiş. Eh, mutluluk anlarını yakalamak çok zor, bu konuda yetenekli değiliz, o zaman yakaladığımızda bir sözle, bir temasla, bir bakışla akla kazımak gerekiyor.

Bitiremiyorum, modern zamanlar. Feci ölümlerin bir işe yaradığını söyler Vonnegut, en azından izleyenleri eğlendirir. Filmi çıktı, görse şaşırmazdı. Bir de şu: "Ivır zıvır alabilmek için çantanızdan para araklayan yapayalnız bir gerzek olsun istemiyorsanız çocuğunuzu TV ve bilgisayardan uzak tutun." (s. 38) Elimden gelse vallahi ne kadar geyik mevzu varsa alacağım buraya, olmuyor. Nobel'den bahsediyor bir yerde, işte o ödül olarak verilen paranın zamanında büyük bir miktar olduğundan, bilim insanlarının herhangi bir muktedirin etkisi altında kalmadan çalışmasına yeteceğinden bahsediyor, günümüzde durumun pek öyle olmadığını söylüyor falan, sonra oradan Big Bang'e, bilimlere bağlıyor. Antik Yunan'dan itibaren okulların girişlerine yazılan şeyler var ya, oraya geliyor.

"Fizik Bölümü'nün girişine ne yazmalı, biliyor musunuz? Tek bir kelime:

BOM!" (s. 59)

Umarım bir tek bana komik gelmiyordur, kötü hissediyorum ama deli gibi gülüyorum şunlara.

Sosyalizm, faşizm, eve dönmek, evden uzaklaşmak, adalet, iyilik, neler neler... Deli keyifli konuşmalar bunlar. Vonnegut çok ilginç, çok büyük bir adam.

2 yorum:

  1. Bir tek sana komik gelmiyor Utku ben de deli gibi gülüyorum. En sevdiğim yazarlardan biri, bana her şeyi çok temiz çözmüş gibi geliyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tertemiz ya. Yaşamla doluyorum okuyunca. Çok komik! Şu ne ya: "Telekineziye inananlar elimi kaldırsın!"

      Sil