Santa Maria: Büyük Aşkım Christopher Columbus: Kolomb'un heykelleri her yere dikilir, yerlilerle İtalyanlar arasında husumet sebebi olan bu heykellerin altında edilen kavgalar gerilere, çok gerilere gider ve Santa Maria'nın replikasına ulaşır. Columbus'ta uzanan bu kadın, direklerinden yelkenlerine birebirdir. Acısı dahil. Kolomb kızını fırtınalı kıyılarda bırakır, Avrupa'ya onsuz döner. "Bensiz düşleri ve bir türlü yetişemediğim tutkularıydı sonumuzu getiren. Belki de tarihin ta kendisi. Ancak şu da bir gerçek ki bu 'tarih' ne onun tarihiydi ne de benim. Aslında ikimiz de sahnenin dışındaydık." (s. 12) Sahnenin dışındakiler. Dışarıda bir savaş sürüp giderken, dünya durmadan genişlemeye çalışırken akışa bir yerden kapılmak ama çok da uyamamak... Yoksa neden Columbus'a çıkar ki yollar?
Gidiyor muyum, Kalıyor muyum?: Yıldız ve oğlu Kaan dünyanın sayılı güzelliklerinden biri. Anlatıcı bir Türk-Amerikan birliği eğlencesinde, restoranda oturuyor ve Yıldız'la birlikte insanları tanıyor, başarısız ilişkilere dair hikâyeler dinliyor. Çiftetelli oynamayı bilmemesi garip, gecenin ilginci kendisi olabilir. Sonuçta gidip gitmeyeceklerine karar veremiyorlar, kapitalizmin göbeğinde her yer birbirine benziyor. Küçük yerlerin seçeneksizliği, büyüklerin küçük parçalara bölünmüş aynılığı, pek bir seçenek yok. Anlatıcı Yıldız'a bir masal anlatıyor, o çaresizlikte ayrı bir öykü olarak ortaya çıkıyor ve en azından okurun kurtulmasını sağlıyor.
Küçük Ev Masalı: Kadın nereden, bilmiyorum. Evinin önünden arabalar geçiyor, İstanbul'daki evinin önünden de. Çinli komşuların gürültüleriyle Tokatlı komşuların gürültüleri aynı. Neredelik ortadan kalktığında her yer sürgün olur. Her yer ev.
Kakuleli Bir Zaman: Yakın coğrafyalar, yakın kaderler. Pers ve Türk. Odaya otomatik bir çay makinesi konur, dostluk kurulur. Kokuların, kakulenin çağrıştırdıkları aynı sokaklarındır, geride kalanlardan esintiler durmadan koklanır. Füruğ. Tekrar izlenen filmler. Tekrar yazılan cümleler. İki kadın, birbirlerinde tekrarlarını bulurlar.
Sadece kaçış değil, arayış da. Otobüs yolculuklarının sonunu getiremeyen kadının kaç yıldan sonra karşılaştığı ve konuştuğu Türk profesörün yıllar içinde kadının karşısına tekrar aynı otobüslerde çıkması, derinleşmeleri ve birbirlerini sarmaları zamanda bir göçebeliği de imliyor bana. Başka bir zamanda rastlanacağı düşünülen şimdi. Her şeyi buna katabiliyorum, insanlar başta. Aslında zamanın içimizden geçip gittiği duygusu bu, yer değiştirmeyle değişecek gibi değil. Bir başkası da karışınca işe, bir şeyi yeniden kurmakla yıkıp baştan yapmak arasında pek bir fark kalmıyor. Karşındaki senin diğer yolu seçmiş halin olabilecek kadar sen mi? Öykülerin duygusu bu.
Yabancı bir toplumda sıcak noktaları bulabilmek, arayışın tek biçimi budur. Amerikalı karakterler diyaloglarında aşırı yerelleştirilmiştir, anlatı defosu olarak belki bu vardır ama onları yakın kılar bu. Mesafeleri ortadan kaldıran yakınlık.
İyi öyküler. Kırmızı Pelerinli Kent'ten pek uzak olsa da sokakların, barların ve diğerlerinin bıraktığı izlenimler benzer. Biri aşırı ölçüde yılgınlık taşıyor tabii, ayrı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder