28 Kasım 2017 Salı

Kurt Vonnegut - Mavi Sakal

Rabo Karabekian'ın patates ambarındaki sırrını öğrenmek isteyenlerin çoğu öldü. Ölmedi de ortadan yok oldu. O da değil, aslında sadece zaman geçti ve zamanın insanları yavaş yavaş akıntıya karıştırmasından başka bir şey yaşanmadı. Nehir aktı, çatallandı, patates ambarının öncesini ve sonrasını sırtında taşıdı, Karabekian'ın anlatmak istemediği hikâyeler iki akışta belirdi; geçmiş ve şimdi. Circe Berman bir gün Karabekian'ın hayatına girmeseydi, Karabekian'ın ikinci karısından kalan malikanenin plajında yaşlı ressama yanaşıp annesinin ve babasının nasıl öldüğünü pattadanak, bodoslamadan sormasaydı eşzamanlılığın mucizelerinden ve yaşamın absürtlüklerinden bihaber olacaktık ama bu bir Vonnegut anlatısı. O yüzden kemerler bağlanacak, bağla!

Önce uyarılar. Özenli bir okuma gerek. İki farklı zamansal düzlemin ortak kişileri ve olayları akılda tutulmalı, kimin kim olduğu unutulmamalı ve Pollock, Rothko gibi soyut ekspesyonist ressamların neyi başarmaya çalıştıkları, neyi başardıkları ve başaramadıkları, yaratım aşamasında kişiliklerinin renklere ve desenlere ne kadar yansıdığı, Karabekian'ın ressamlığı ve efsanelerle olan ilişkisi odakta yer almalı. Güzel bir kurmaca, gerçeklikten de beslenip kurgusal ve gerçek karakterleri bir araya getiriyor. Bernhard'ın Glenn Gould'u Avusturya'nın orta yerine yerleştirdiği Bitik Adam'ı ne hoştu mesela, bu da hoş. Vonnegut, ünlü kişilere gerçek hayatta yapmadıkları hiçbir şeyi romanda da yaptırmadığını söylüyor. Onların yapabilecekleri şeyleri kurmaca karakterlerine yaptırıyor, mesela meşhur ressam Terry Kitchen. Kitchen, Karabekian ve Pollock, "Üç Silahşörler" olarak anılıyormuş New York'ta ama böyle bir şey yok tabii, kurmaca kurmaca. Uydurmasyon. Lö atmasyon.

Kabaca bir çerçeve çizmek gerekirse savaşlar, büyük buhranlar ve benzeri rezilliklere karşı sanatın -burada resmin- anlamı nedir ve her türlü pislikle baş etmek için sanata sığınmak yeterli olabilir mi? Bunu düşününce patates ambarında saklanan şeyin aptal insan tarafından biçimlendirilmiş dünyaya bir protesto olarak yapılan sıkı bir sanat eseri olduğu geliyor akla. Hiçbir insan onu görecek kadar dünyadan -leş olanından- kopmayı başaramamış, görmeyenler yok oluşun en sıkıcı ve olağan biçimlerine sahip. Savaşlarda büyüyen, erginlik ayinini tamamlayan -bu bakış açısı Daha Ne Olsun?'da sıkı bir gömülüyordu- çocukların pek de matah bir dünyaya büyümedikleri, her zaman yarım kaldıkları ve görünenin sadece görünen olup daha iyiye yorumlanamayacağı açık. Soyut ekspresyonist resimlerin sorgulandığı sahnelerde sadece kendi varoluşlarını anlattıkları söylenir, başka bir şeyi değil. Dünya da böyle bir yerdir, sadece kendini var eder, başka hiçbir anlamı kendi başına doğurmaz. Bu yüzden yaşam olabildiğince yalın ve insanın ona kattığı anlam kadar karmaşıktır. Metinde buna karşılık olarak Karabekian'ın muhteşem çizim kabiliyetinin uzun yıllar boyunca derinlerde gömülü kalmasında yaşamın, dünyanın o kadar da karışık olmadığı fikri vardır. Çocukluktan itibaren dünyanın saçmalığıyla karşılaşılmışsa bunun farkına varmak çok daha kolay. İş dışavuruma gelince, hele hele soyut... Bütün bunlardan ne anlam çıkaracağımıza göre değişecektir ve zorluğundan hiçbir şey yitirmeyecektir. Metnin bir yerinde soyut ekspresyonizm dışındaki her şeyin yaşamın gerçekçi bir yansıması olduğu söyleniyor. Eh, yaşamı gerçekten yansıtmak pek övünülesi bir şey değil, ben de bombalar altında kalıp parçalanmış onca insanın, açlıktan ölen çocukların yansımasını istemezdim. Karabekian'ın gerçekle bu yüzden pek bir işi yok, ambardaki eserini Circe Berman'a gösterinceye kadar kendi gözünden gördüğü gerçeğin son derece itici olduğunu düşünüyor ama sanat, gerçeği her koşulda değiştirebildiği ve iyileştirebildiği için ağzı açık, öylece bakakalıyor Berman. Sıradan bir yaşam sürüp ölmeye mahkum değil, magnum opus karşısında duruyor ve Mavi Sakal, Berman'ın yaşamını bağışlıyor.

İki zaman düzleminde ilerleyen bir anlatı var ama o kadar çok sayıda hikâyecik var ki hepsini ele almak mümkün değil, ana çizgileri anlatıp dikkat çeken detaylara değineceğim. Bu. Epigrafa bakalım, Vonnegut'ın metinlerini çevresine oturttuğu merkezi bir fikir, kardeşinden: "Bu şeyin üstesinden gelmekte birbirimize yardımcı olmak için buradayız, o şey her ne ise." Etrafında insanlar yokken Karabekian çok mutsuz, insanlar varken de mutsuz ama daha katlanılabilirinden. Mizah duygusu yeter. İlk eşi Dorothy'yi o kadar mutsuz etmiş ki kadın yepyeni bir mizah anlayışı geliştirerek Karabekian'ı gömmeye başlamış. Bu, kendisi için de söylenebilir. Çocukluğunun mutsuz toplumunda, ustası Dan Gregory'nin despotizmi altında, savaşta bombalar altında, savaştan sonra modern dünyanın diplomaları ve işleri altında kusursuz bir mizah geliştirmiş. Yalan mı, Vonnegut da savaştan döner dönmez antropoloji ve birçok şey okuyup tutunmaya çalışıyordu, evlatlarına ve evlatlıklarına bakmaya çalışıyordu, birçok şey için çalışıyordu ve metne karıştığı noktalar çok bariz. 1987 yazımı bu, sondan üçüncü Vonnegut romanı. Yaşamının son muhasebelerinden.

Otobiyografi olması için başlanmış bir metin, mutfakta işlerin ters gitmesiyle günlük niteliği de kazanıyor. İkisi birden.

Rabo Karabekian 1916'da California'nın San Ignacio kasabasında, göçmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Baba öğretmendi, köyünü basan Türk çetecilerinden saklanmak için okulun kenefine girdi ve boklar arasında saatlerce kaldı. Dışarı çıktığında köydeki tek canlı kendisiydi. Anne de benzer bir felaketten kurtuldu, etrafındaki herkes vurulmuşken ölü taklidi yaptı ve yerde, hemen önünde yatan kadının ağzından dökülen pırlantaları, taşları topladı. Eşiyle tanışıp kirişi Mısır'a kırdıklarında bu değerli taşlar yırtmalarını sağladı. Vartan Mamigonian'ın insafına kalmamış olsalardı daha iyi yırtabilirlerdi, Paris'e giderlerdi muhtemelen ama California'ya geldiler, kandırıldılar. Almanya diye İstanbul'a bırakılan göçmenleri düşünün, Şener Şen'i de düşünün. Öyle bir şey. Baba ayakkabıcıydı, II. Dünya Savaşı öncesinde öldü. Anne... Anneydi, çalıştığı fabrikada öldü. Rabo'nun başına gelenlere şahit olmadılar, onlar için iyi. Fubar, Saving Private Ryan'dan manasını biliyoruz. Babanın durumu tam olarak buydu. Rabo'nun durumu bunun ötesindeydi. Çok iyi bir çizerdi, nam yapmış illustrator Dan Gregory'ye mektup yazdı ve Marilee'den cevap aldı, Gregory'nin sekreteri olduğunu söyleyen kadından. Üç yıl mektuplaştılar, baba bir halt olmayacağını söylüyordu ama Gregory nihayet Rabo'yu New York'a çağırdı. Fahişesi yerine koyduğu, evinde beslediği Marilee'yi merdivenlerden aşağı yuvarladığı ve kemiklerini kırmanın karşılığı olarak istediği bir şeyi yerine getireceğini söylediği için. Marilee Rabo'yu istedi.

Dan Gregory'nin kendi hikâyesi sihirli bir şey, neredeyse olmayacak bir şey. Moskova'da çok ünlü bir çizerin yanında aldığı eğitim ve boynuzun kulağı geçmesi müthiş bir olaylar silsilesine yol açmış. Aynı şey Rabo'nun başına gelecek ve Gregory'nin sınavından geçmek için aylarını verecek Rabo, bir salonu her şeyiyle kağıda dökmek zorunda. Köşedeki su damlasının içine hapsolmuş salonun yansısına kadar. Modern Sanatlar Müzesi'nde Marilee'yle dolanırken Gregory'ye yakalanmasa belki de sınavı geçerdi, bilemiyoruz. Gregory'den uzaklaşmasıyla hayatının aşkı olarak kabul ettiği Marilee'den kopuyor, kadın da olağanın güzelliğini yaşayıp daha fazlasını istemiyor, kaybettiği çocuğunun yerine Rabo'yu koyduğu için olabilir. Rabo hayatını yaşamalı, bu yüzden II. Dünya Savaşı'na gidecek, cephede sanatçılardan ibaret bir bölüğün başına getirilecek ve orada tanıştığı insanlarla New York'un sanatsal atılımını gerçekleştirecek. Kendisi çizmeye pek devam etmese de akıllıca yatırımları ve... Nesi varsa işte, her şeyiyle sanatın ve sanatçının yanında. Anlam arayışından çok anlamdan uzaklaşmak için. Evlenecek, boşanacak, tekrar evlenecek ve eşinden geriye kalan malikanede yaşayacak, dostlarından topladığı ve zamanında beş para etmeyen eserlerin milyon dolarlık hale gelmesine şahit olacak, bir de onları sıraladığı duvarı Circe Berman'ın dekore ederek her şeyi ortadan kaldırmasına.

Otobiyografiyi kese biçe bitirdim ki başıma küller yağa, Vonnegut'ın deli halayından hiçbir figürü alamadım buraya. Mutlaka okumanız gerek, böylesi bir zenginlik azdır.

Günlük. Her şey bitti, Marilee'yle yirmi yıl sonra tekrar karşılaşmanın anıları ve diğer tesadüfler unutulmadı, bir tek dalgalar var artık. Berman tam bu sırada ortaya çıkıyor ve Rabo'nun hayatını istila ediyor. Rabo'nun New York'ta sanatı arkadaşlarıyla takıldığı zamanlardan birinde edindiği yazar dostu Paul Slazinger'ın, aşçısının ve kızının varlığı yetmezmiş gibi baloya bir de Berman katılıyor, deli kadın, dünyanın en iyi yazarlarından biri ama bu kimliği başlarda gizli. Bir araştırma için orada, yeni romanı için malzeme topluyor ve Rabo'yu tanımak istiyor, hayatındaki pek çok detayı öğrenmek için evin altını üstüne getiriyor. Yetmişlerinin sonuna gelen Rabo için bir problem yok, saklayacağı bir şey de yok. Patates ambarında kilit altında tuttuğu şey dışında. Ne olduğunu söylemeyeceğim, gizem sürsün. Bir yaşamın özeti olarak değerlendirilebilir. Travmanın koca bir yaşama yayılması.

Vonnegut'ın çoğu romanı karnaval gibidir ama buradaki malzeme gerçekten taşar boyutta. Delilik. ABD'nin herkesi kucaklayıcılığı ve herkesi öldürebilecek olması, savaşın kötülüğü ve daha da kötülüğü, insanların bir araya gelmesi ve daha da kenetlenmesi, bazı şeylerin sadece mizahla katlanılabilir hale gelmesi, neyin nesi olduğu malum. Vonnegut!

1 yorum:

  1. Ay bu gün çok mutluyum, bunu yazdığın için de çok mutluyum. Lisede idim, kitapçıya gitmiştim, raflara boş boş bakıyordum. Gözlerimi kapatıp bir kitap çektim, bu çıktı. Okuduğum ilk Vonnegut romanı idi. Şimdi çok az hatırlıyorum, tekrar okuyacağım, bekletiyorum. Aynı zamanda hayatımda okuduğum en güzel aşk romanıydı da, her şeyle beraber.

    YanıtlaSil