Toplamda beş bölüm, ikincisi Babamın Kökleri. Aile ağacı verilmiş, üç kuşağın üçüncüsünde anlatıcının babası olan Jaime'yi görüyoruz. Babaanne Teresa Groismann, dede Alejandro Jodorowsky. Ukrayna'dalar, Dniepér Nehri taşınca evlatlarından José'yi kaybediyor, Tanrı'ya demediğini bırakmıyor, inanan Yahudilere de kallavi küfürler savuruyor. Dinle bağlantısı kopuyor böylece, eşi Alejandro'nun dinden başka bir şeyi olmadığı için aralarındaki ilişkinin gerilmesi bu döneme denk geliyor. Sonradan öğreniyoruz ki görev icabı evlenmişler, birbirlerini sevmeden. Beş çocuk yapmışlar, biri daha en başta sele kapılıyor. Alejandro Aradünya denen bir yerde dini vecibelerini yerine getirirken Rene'yle tanışıyor, ilahi bir ruh Rene ve Alejandro'nun ruhunun bir parçası haline geliyor, Tevrat'ı ve Talmud'u ezbere bildiği için adamın beyninde Tanrı'nın sözleri dönüp duruyor. Rene kriz anlarında çıkış yolunu gösteren bir role de bürünüyor ama her zaman en doğru yolu gösterdiğini söyleyemeyiz, yine de elinden geleni yapıyor. Nesiller boyunca varlığını sürdürüyor sonrasında, önce oğlan Jaime'ye geçiyor, oradan da bizim Alejandro'ya. Neyse, bir süre sonra Odesa'ya taşınıyorlar ve baba tarafının ailesini tanıyoruz, akrabalar orada. Saymıyorum, çok insan var. İnsanların yanında yerel inanışlar ve birtakım mucizeler de var, soğuk toprakların adetleri oldukça ilgi çekici. Doğum yapan bir kadından ölümün haberi olmasın diye kat kat çarşaflara sarınma işi mesela. Teresa'nın ablasıyla babası arasındaki ilişki buna dahil değil, ensestin o topraklarda -çoğu yerde olduğu gibi- kabul görmediğini bir mektuptan öğreniyoruz. Teresa, Alejandro ve dört çocuk birlikte hayatta kalmaya çalışıyorlar, sonra Teresa pirelerle birtakım cambazlıklar yapabileceğini düşünüyor, sirk numaraları hazırlıyor, bu şekilde para kazanıyor. Bu sırada Alejandro orduya katılıyor, çizmeciliği öğreniyor. Babasından kalan parayı da alıp doğruca Polonya'ya gidiyorlar, zira 19. yüzyılın sonlarında başlayan Yahudi soykırımı Odesa'yı yaşanmaz bir yer haline getiriyor. Babamın Özyaşamöyküsü'nde o dönemlere ait dehşet dolu anılar okunabilir. Neyse, dünyanın öbür ucuna gitmeye niyetleniyorlar, yeni dünyalara. Dolandırılıyorlar falan, bir sürü iş geliyor başlarına. Yahudi diasporası etkin bir şekilde çalışıyor ama göç dalgasına hazırlıklı olduklarını söylemek mümkün değil. Şili'ye gidiyorlar.
Annemin Kökleri bölümü. Anneanne Jashe Litvanya'da yaşıyor ve Teresa'nın olayının tersi gerçekleşmiş; Tanrı ve cemaat kendisine kızgın. Aşık olduğu goyla evleniyor, kendini bitirmiş oluyor böylece. Eşinin adı da Alejandro, iki dedesinin adını almış anlatıcı Alejandro. İspanya'dan gelen atalardan miras. 1492'de Katolik İsabel Cadısı'ndan kaçıyorlar ve Avrupa'nın içlerine yayılıyorlar, sıcak topraklardan geriye kalan tek bir isim oluyor. Dede aslan terbiyecisi, hayvanlarla arası çok iyi. İspanya'ya yolculuk ediyorlar, gezici bir ekipteler. Tarottur, karttır, anne tarafından geldiğini öğreniyoruz Alejandro'ya. Bu kartlar kaderlerinin okunmasında anlatı boyunca yardımcı olacak, o yüzden çekilen kartlara dikkat ediyoruz, tek bir ayrıntıyı bile kaçırmıyoruz. Neyse, bir gemiye yerleşip yeni dünyalara doğru yola çıkıyor onlar da, yanlarında aslanlar. Geminin sahiplerinin köle tacirleri oldukları anlaşılıyor bir süre sonra, bütün yolcular kendilerini zincirlenmiş bir halde buluyorlar. Kadınlara tecavüz ediliyor, erkeklerin kelleleri uçuruluyor, bir dünya şey. Jodorowsky'nin son derece sansürsüz bir anlatıcı olduğunu söylemeliyim; cinayetler fışkıran kanlarla, kopan damarlarla ve kırılan kemiklerle süsleniyor, tecavüz anları en ince detaylarına kadar anlatılıyor, aynı şekilde cinsel ilişkiler de mecazi anlatımlar da dahil olmak üzere bütün coşkusuyla birlikte, adım adım betimleniyor. Neyse, ailenin üyeleri transa girip pek çok hastayı tedavi ediyor, büyülü işler yapıyor ve sonuçta kurtuluyorlar. Atalarının Moskova'da ve civar bölgelerde yaptıkları işler de anlatılıyor, Napolyon'un Rusya'yı basması sırasında canlarını kurtarmak için çevirdikleri alengirli işler, Kabala'nın gücünü kullanış biçimleri, şehrin cayır cayır yanması gibi pek çok detay var, bir nevi romanlaşmış bir tarih de anlatılıyor.
En Uzak Ülke. Kıta yeni ama eskisindeki bütün baskılar, yoksulluk olduğu gibi devam ediyor, yeni dünyanın sunduğu az şey de önceden gelenler tarafından kapılmış. İki aileden biri Şili'ye, diğeri Arjantin'e yerleşiyor ve önceki hayatlarını hatırlayıp artık yenisini başlatmak isteyen anlatıcının dediği üzere bir araya getirilmeleri için çokça çalışmak gerekiyor, neyse ki en sonunda anneyle babanın bir araya gelebileceği şartlar sağlanmış oluyor ama yaşamları kaç kez tehlikeye giriyor, saymak mümkün değil. Askeri darbeler, diktatörlerin saçtıkları dehşet, patlayan bombalar, taranan işçiler, Lenin'in dünyasını görüp hiçbir şeyin düzelmeyeceğini anlayan komünist liderlerin umutsuzluğu, ölümcül olan ne varsa bir bir yaşanıyor ve karakterler başlarına gelenleri soğukkanlılıkla karşılayıp ölüyorlar ya da budanmış olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. En sonda geriye birkaç kişi kalıyor ki içlerinden ikisini söyledim. Jodorowsky doğuyor, yaşamın sihrini son bir kez hatırlatarak. Metnin sona erdiği nokta.
Márquez'in metinlerini sevenler Jodorowsky'yi de severler, nesiller boyunca süren destansı olaylar, yaşam mücadeleleri, otuz iki kısım tekmili birden. Bu adamı hayal gücünün zirvelerinden birine koyuyorum ben, çok yaşasın. Bir de yine Elliott Smith'e sardım ben, uyumadan iki doz aldım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder