Önsöz bölümünde bilime duyduğu tutkunun doğuşunu anlatıyor Kurzweil, on iki yaşındayken, 1960'ta bilgisayarla tanışıyor ama öncesinde çocukken okuduğu bilim serileri var, çocuklar için bilim setleri olur ya, onlar. Kaku Jules Verne okuduğunu söylüyordu, eminim ki Batı'daki çoğu bilim insanı bilimin hikâyeleşmesini sağlayan insanlardan veya doğrudan edebi eserlerden etkilenmişlerdir, ne güzel. Neil deGrasse Tyson da Carl Sagan'la bilim müzesi gezdiğine dair bir şeyler anlatmıştı, önemli şeyler bunlar. Onlu yaşlarımın başında uzaya dair azıcık bilimsel bir şeyler okuduğumda aklım gitmişti, ben de oradan tutuldum. Gerçi edebiyat okudum sonradan ama bu tutkum kaldı, iyi ki kalmış. Neyse, 1990'larda teknolojilerin bilinen ivmeleri hakkında deneysel veriler toplayıp bu verilerle matematik modelleri geliştirmeye çalıştığını söylüyor Kurzweil, zaten bütün paradigma değişimlerini, üstel artan bilimsel hızı bu modellemelere dayandırıyor ve elde ettiği verileri dipnotlarla paylaşıyor. Kendi kaynak kodumuza ulaşıp biyolojik temellerimizi salt bilgiye çevirerek evrenden çıkardığımız bilgiyle birleştireceğiz ve tekilliğe doğru adım adım ilerleyeceğiz, anlattığı şey çok çok özet geçilirse budur. Sonrasında birinci bölüm, Altı Evre. Yapay zekanın satranç ustalarını yenmesi bahsinden giriyoruz ve makinelerin insanın sahip olduğu biyolojik niteliklerin temel inceliklerinden yoksun olduğu fikriyle devam ediyoruz. Tam bu noktada bilimin üstel ilerlemesiyle alakalı uzunca kısım başlıyor. Grafiklerle anlatıyor Kurzweil, doğrusal eğilim ve üstel eğilim hakkında çokça bilgi veriyor. Belirli zaman aralıklarıyla hızlanan bilimsel gelişmeleri doğrusal eğilimle değerlendirmeye meyilliyiz, hep aynı hızla ilerlediğimizi düşünüyoruz ama hayır, her bir buluş hızı katlayarak artırıyor, ta ki doğal sınırlara kadar. Moore Kanunu örneğin, belli bir alana belli sayıda transistör yerleştirme mevzusu ilerleyen teknolojiyle birlikte giderek daha ucuz ve kullanışlı hale getirildi ama işlemcilerin hızlandırılması konusunda fiziksel sınırlara çok yaklaştık, farklı çözümler bulunması gerekiyor, yoksa Kurzweil'ın bahsettiği duvara toslayacağız. Tam bu noktada paradigma değişimleri ortaya çıkıyor, farklı bir çözüm yolu bulunuyor ve ilerleme sürüyor, tekrar üstel olarak. Moore Kanunu konusunda Kaku'nun önerdiği çözümler vardı, süperiletkenlerin kullanımı, kuantuma dair zamazingolarla farklı bir teknolojinin üretilmesi, böyle şeyler. Sonuçta evrimin altı evresinden bahsediliyor, biz dördüncü evredeyiz. Beşinci evrede teknoloji ile insan zekasının birleşimi var, altıncı evredeyse evrendeki madde ve enerji örüntülerinin zeki işlemlere ve bilgiye doyma noktasına erişmesi yer alıyor. Biz bu noktadan çok uzaktayız, Kurzweil her bir aşamayı detaylarıyla anlatıyor ve tekilliğin beşinci evrede ortaya çıkacağını söylüyor.
Tekillik. Lucy'nin, "I am everywhere," dediği sahneyi hatırlıyorum da, her şeyin bilgisine erişildiği için her yerde olma durumu diye düşünebiliriz bunu. Aşırı bir fikir, zaten Kurzweil'ın anlattığı tam olarak böyle bir şey değil. Bilgiye dönüşeceğiz ve bunun için biyolojik yapımızın ötesine uzanacağız. Güzel. Beynin işlerliğinin tam olarak çözülmesi gerekmiyor, örüntülerin anlaşılması konusunda tersine mühendislik uygulamaları devam ettiği müddetçe tekilliğe bir adım daha yaklaşıyoruz demek. İşin bilimkurguya kaçan kısmı da devreye giriyor burada, yazar birçok maddeyle tekilliğin neye benzeyeceğini anlatıyor. Sanal gerçeklikte farklı bedenler seçebileceğiz -ki Ready Player One bu meseleyi şahane işliyordu, gerçi tek bir gözlükle dünya değiştirmekten çok daha muazzam bir şey var burada- ve istediğimiz kişiliğe bürünebileceğiz, olasılıkların ucu bucağı yok. "Uygarlığımızın zekası sonuçta büyük ölçüde biyolojik olmayan zekadan oluşacaktır." (s. 54) Nanobotlar girecek işin içine, biyolojik evrimimizle birleşen yapay zekaları onları "her şeye" evirebilecek. "Gri çamur" mu ne diyor Kurzweil, sisçikler halinde dolanacaklar ve moleküler değişimlerle her türlü nesneye dönüşebilecekler, kendilerini sentezleyip baklava veya araba olacaklar. Tabii kötü amaçlar için de kullanılabilirler, bir tanesi bedenimizle temas ettiği anda bizi çözebilir ve Thanos'un toz ettiği kahramanlara dönüşebiliriz. PKD'nin öykülerinden birinde vardı bunlar, kelebeğe benzer varlıklar bütün gezegeni toza çevirmişti bir güzel. Bu nanobotlar kafalarına göre herhangi bir şekil alıp takılabilirler, balçık halinde dolanabilirler ya da, bilemiyorum artık.
İkinci bölüm, İvmelenen Getiriler Yasası. Algoritmik bilgi içeriklerinden DNA'nın yapısına uzanıyoruz. Bu yapının verdikleriyle karmaşık bilgi kümelerinin sıkıştırılmış bir halde var olabileceklerini, evrimsel bir ilerlemenin mümkün olabileceğini görüyoruz, aslında DNA'yı yapay zekanın yaratımında bir metafor olarak görüyoruz desek pek yanlış olmaz. Bu noktada düzen ve karmaşa da giriyor işin içine, fraktal yapılardan bilginin kümeleniş biçimlerine çok kapsamlı mevzulara giriyor Kurzweil, bunu da canlıların evrimiyle örneklendiriyor. Evrim düzeni artırıyor, düzen karmaşıklığı artırıyor ve bilgi birikiyor, düzenle karmaşa sürekli bir döngü halinde birbirini iteliyor. Evrimin dolaylama yoluyla hareket ettiği düşüncesinden her şeyin daha düzenli, öngörülebilir bir şekilde ilerleyebileceğini çıkarsıyor yazar, evrim yönetilebilir ve istenen biçime sokulabilir, böylece tekilliğe doğru giden yolda koca bir adım atmış oluruz. Teknolojinin yaşam döngülerinden bir parça, cep telefonu teknolojisini örneklem noktası alarak meseleyi açıyor Kurzweil, zaman içinde cep telefonlarının ve bilgisayarların geliştirilmesi süreçlerinin hızlanmasını, adeta uçmasını anlatıyor bir güzel.
Sonraki bölümlerde beynin tersine mühendislikle bileşenlerine ayrılabileceği meselesi nöroloji ve sibernetik temel alınarak irdeleniyor, beynin yapısına dair şahane detaylar var burada ama asıl olay Kurzweil'ın GNR olarak adlandırdığı üçlemede. Genetik, nano teknoloji ve robotbilim. Geleceğimiz bu üçündeki gelişmelerle inşa edilecek, ediliyor. Kafada havai fişekler patlatacak kadar heyecan verici bir biçimde ele alınıyor bu bölümler, geleceğin çoktan geldiği müjdeleniyor aslında.
Kurzweil'ın ölümsüzlüğü "yakalamak" için her gün 300 civarında hap içtiğini, son derece organik beslendiğini ve spor yaptığını söyleyerek bitireyim. Adam 1940'larda doğduğu için pek zamanı kalmadı aslında ama ölümü hastalık olarak gördüğü için elinden gelen her şeyi yapıyor. Aldığı onca vitamine rağmen ölmesine ramak kalırsa bedeninin dondurulmasını garantiye almıştır diye düşünüyorum. İşin hukuki, etik yanını falan hiç bilmiyorum ama öyle bir tutkusu var ki illegal işlere girmiştir, girmemişse girecektir gibi geliyor bana. Bilemiyorum, sonunda öleceğimi bilerek ömrümü uzatmak isteyebilirdim sanırım. Otuz yaşımın bedenini tekrar tekrar kullanmak, yüz yılları böylece aşmak, bunun gibi şeyler. Tabii onca insanı bu dünya kaldırmaz, başka gezegenlere açılmak lazım. Teknoloji biraz daha ilerlemeli. Hızla.
700 sayfalık bir metin bu, çok leş özetledim. Çok daha fazlası var içinde, meraklılar için temel bir metin. Kaçırılmamalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder