Asıl hikâye değil bu, anlatı zamanının sonlarından bir parça. Barrie'nin hikâyesini anlatmaya başlıyor anlatıcı, Peter Hook. Keiko Kai'ye anlatıyor, okurlar olarak dinliyoruz, Kai'nin kim olduğunaa dair uzzunca bir süre fikrimiz olmayacak.
Epigraftaki bölümlerden birinde yaşam hikâyesini anlatana sonsuz lanet diliyordu Barrie, Hook zaten lanetlendiğini düşündüğü için pek korkmuyor açıkçası, yaşamındaki yükleri bırakabileceği kadar yaşamış durumda, anlatıyor. J. M. Barrie'nin sporcu kardeşi David Barrie ölüyor, gömülüyor. Anne Margaret Ogilvy, en sevdiği evladının ölümünden sonra toparlanamıyor, diğer çocuklarıyla zaten pek ilgilenmiyordu, artık tamamen sisler içinde yaşıyor. Anlamaya fırsat bulamadığını özlemeyeceğini düşünüyor, David'in yer aldığı ne varsa -yaşam, ev, ne olursa- işlenmeyen kodlar haline geliyor Margaret için. Bu sırada J. M. Barrie'ye odaklanıyoruz, sahne onun. 1860'ta İskoçya'da doğuyor ve altı yaşına geliyor, abisinin ölümünden sonra altı yaşında kalıyor. Kitap okumaya, geceleri düşlerinde yolculuğa çıkmaya başlıyor. Kurmacayla gerçeklik arasındaki ilişkiyi irdelemeye başlıyor, büyümekle ilgili takıntılı düşüncelerini de bu dönemde geliştiriyor. Tek bir emri var Margaret'ın, Davudi sesle söylüyor: Büyümeyeceksin. On defa. Annesi tarafından büyümeyen bir çocuk haline getirilen adamımız bir gece okuduğu kitabı kapatıp büyümeyeceğini söylüyor, penceresini açıyor ve gecenin kokusunu içine çekiyor. Peter Pan çoktan doğmuş aslında, kendisine gereken tek şey bütünleşebileceği bir vücut. Yıllar sonra gelecek o da. Kendi çocukluğuna dönüyor bu noktada Hook, iki hikâyeyi birbirine bağlama biçimleri öylesine yaratıcı ki sanki tek bir yaşam sürüyormuş gibi, farklı zamanlardaki tek yaşam. Margaret ve Lady Alexandra Swinton-Menzies arasında büyük bir benzerlik var, ikisi de çocuklarını kaybetmiş ve buğulu bir dünyaya çekilmiş. Tabii Hook'un ailesi çok daha ilginç; The Beatles'ın zamanında müzik yapan, ünlü müzisyenlerle takılan bir anneye ve babaya sahip Hook. Bu aile üzerinden 60'lı yılların müziği ve bu müziğin bayağılaşması meselesi üzerinde çok duruluyor. Hook'un annesiyle babasının grubu zamanında çok ses getirmiş birkaç albüm yapmış ve sonrasında yükselen benzer bir dalganın gerisinde kalarak unutulmuş. The Kinks'le benzerlikler kurabileceğimizi söylüyor Fresán, yanlış olmazmış. The Beatles, geç yıllarında Bob Dylan ve diğerleri davayı satmış, Hook'un babasının düşüncesi. Kardeş Baco öldükten sonra anne puslu bir dünyaya çekiliyor, baba da geçmişi iyice eşelemeye başlıyor ve küçük Hook'la, çocuk sanki bir yetişkinmiş gibi konuşmaya başlıyor. Dönemin siyasi ortamı, müzik endüstrisi, aile, sanat dünyası, hemen her şey hakkında. Travma üzerine bir de babanın ağırlığı çöküyor Hook'un omzuna, o da bir ödünleme yöntemi olarak çocuk kitapları yazmaya başlıyor. Kendi büyümeme yöntemi, Peter Pan'dan esinlenerek. Hook'un kahramanının adı Jim Yang, tarihteki kötü adamların isimlerinden uydurulmuş bir ada sahip kötü adamla kapışıyor, zamanda yolculuk ediyor, biraz Doctor Who havasında. Metin hacimli olduğu için bu çocuk kitaplarına genişçe bir yer ayrılmış, Hook kitaplarında değindiği meseleleri açıp Peter Pan'a ve Barrie'nin yaşamına kusursuz geçişler yapıyor. Gerçekten on numara bir anlatım yöntemi var Fresán'ın, bazı noktalarda "Oha" diye not düştüğüm oldu.
Alwaysland'e yapılan bir yolculukla bitiyor metin, sonu da önceki bölümler gibi oldukça görkemli. Ben aralardan seçtiğim birkaç şeyle bitireyim; Bob Dylan'ın yatağına kustuğunu hatırlıyor Hook, adam çocuktan özür dileyerek çıkmış odadan ama yatak berbat olmuş. Halikarnas Balıkçısı'nın kızı İsmet Hanım'ın bir sabah yatağında çırılçıplak uyuyan Neyzen Tevfik'i bulması gibi, çok gülmüştüm buna, evi ayağa kaldırmış, "Odamda çıplak bir adam var!" diye. Neyse, ortalarda bir yerlerde Hook herkesi bir noktaya topluyor, aslında şimdinin bir metaforu; tek bir mekan ve tek bir zamanda bir yaşamlık veri. Tanıdığı bütün ünlüleri o mekanda görüyor ve hepsini sayıyor, yakından tanıklık ettiği özellikleriyle birlikte. Eric Clapton'ın izlediği kadın ve George Harrison'ın dansı, Jimi Hendrix'in mor sisi, bir dünya şey. Ailelerin mutsuzluklarının da birbirine benzeyebildiğini görüyoruz, hatırlamanın lanetini görüyoruz, en sonunda da unutuşun huzurunu görüyoruz, unutuş ölüm olarak beliriyor.
Müthiş bir metin, ciddi bir şekilde ıskalandığını düşünüyorum, hakkında tek bir haber çıkmamış gibi gözüküyor. Saadet Özen çevirisi. Çok çok iyi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder